Temmuz 23, 2011

"Oğlumuz"

Oğlumuz işsiz. İş görüşmelerine gidecek ve gittiği her görüşmede karşı tarafın yaptığı iğrenç esprilere; 'ehi ehi' şeklinde gülecek. Kim bilir belki de sırf bu yüzden işe alınmayacak.

Oğlumuzun süper güçleri yok. Peşinde binlerce kişinin koştuğu bir rock star olmayacak. Klasikleşmiş hiç bir filmde rol almayacak. Bundan 50 sene sonra, başarısının sırlarını anlattığı kitabı basılmayacak ve büyük ihtimalle evinde oturup televizyon seyredecek.

Oğlumuz futbol tutkunu. Bu tutkusunu paraya çevirmeye çalışacak. Oynadığı tüm iddaa kuponları tek maçtan yatacak. Kaybetmenin verdiği sinirle kim bilir belki de içip içip sevdiğini dövecek.

Oğlumuz internet bağımlısı. Kız düşürmek için çabalayacak. Açılı ve oynanmış profil fotoğraflarını yayınlacak ve özlü söz paylaşabilmek uğruna saatlerce düşünecek. Duvarında paylaştığı videoları her beğenildiğinde yaşadığı mutluluk, tarifsiz olucak.

Oğlumuz 23 yaşında ve arkadaşları ona ...................... diyecek..

Temmuz 05, 2011

"En kıssadan zaman"

Hepimiz anı yaşıyoruz. O kadar çok var ki hayatımızda, sayısını bilemiyoruz. Birçoğunu ardımızda, bir daha hatırlamayacak şekilde bırakıyoruz ama uğruna güller döktüğümüz sevdiceğimizi gördüğümüz ilk anı unutamıyoruz (Unutanlar olabilir, sizi sevmiyor manasına gelmez, lütfen ayrılmayınız.) Bazıları uyarıcı özellik taşır. Misal; halı saha maçının 10. dakikasında kendinizi sere serpe yerde bulduğunuz an ya da 5 kat merdiven çıkıp, nefes nefese kaldığınız an sigarayı bırakmanın gerektiğini anlatmaktadır. Son olarak ünlü düşünürün söylediği gibi; "Ve o an gelir de işte o an ben yaşayamam" dediğimizde ölüm kapımızı çalmıştır.

Ev içindeki değişiklikler de birçok şeyin habercisi niteliği taşır. Böyle üzerinde işlemeleri olan, kristal çay bardaklarının ortaya çıkması eve misafir geleceğinin müjdesini verirken, evin girişindeki sehpada günden güne sayısında artış gösteren düğün,sünnet vs. davetiyeleri yazın geldiğini belirten 3. ve son cemredir adeta.

Yazın geldiğini iyicene anlatmak istercesine,üst üste birikmiş ve üzerinde babamın adı ve ailesi olarak bizlerin çağrıldığı davetiyelere baktığımda, çoğu zaman tanımadığım iki insanın mutluluklarına ortak olunmamız isteniyordu. Anneme 'Kim bu evlenenler ?' diye sorduğumda “Aaa nasıl tanımıyosun oğlum, dıdısının dıdısı.” şeklinde, tatmin etmeyen ve şaşkınlık dolu cevabı alırım, alırsınız, alırlar. Davetiyenin kimden geldiğine bakıldıktan hemen sonra annemle babam arasında, hararetli olararak ; “Ne takacağız, onlar bizim oğlanın sünnetinde ne takmıştı? ”vb. tartışması çeyrek altın ya da para olarak neticeye ulaşır.

Bu son gelen davetiye diğerleri gibi dursa da çok farklıydı. Yıllardır babam ve ailesi olarak gelen zarf üzerinde benim adım yazıyordu. Karmaşık duygular içine düşmüştüm (şaşkınlık - merak). Genelde tek duyguyu yaşayan biri için olağanüstü durum sayılırdı. Evlenen, yıllardır mahalle maçlarında aynı topun peşinde koştuğum, dalınmadık meyva ağacı bırakmadığım çocukluk arkadaşımdı ve bu en mutlu günlerinde yanında olmamı istiyordu. Her ne kadar “en mutlu günümüz” kısmına içerlesem de, saçmaladığımın farkına varıp, büyüdüğümü anladığım an olarak bugünü tarihe not düştüm.

Carpe diem, carpe dien, carpe die..